Untitled Document ONBEŞİNCİ MEKTÛB

 

Bu mektûb, yine yüksek mürşidine yazılmışdır. İniş makâmındaki hâlleri ve birkaç gizli bilgiyi açıklamakdadır:

Hâzır olan gâibin, bulmuş olan kaçırmışın, kavuşmuş olan mahrûmun sunduğu  şöyledir ki: Çok zemândır onu arardım, hep kendimi  bulurdum. Sonra, işim öyle oldu ki, kendimi arasaydım, onu bulurdum. Şimdi, onu gayb etdim, kendimi buluyorum. Onu kaçırdığım hâlde aramıyorum, yok olduğu hâlde özlemiyorum. İlm bakımından huzûrdayım, kavuşmuşum, karşılıyorum. Zevk bakımından ise, gayb etdim, aramıyorum. Zâhiri  bekâ, bâtını fenâdır.  Bekâda iken  fânîdir.  Fenâda olduğu  hâlde  bâkîdir.  Fekat, ilmle olan fenâdır ve zevkle olan bekâdır. İşi, düşmekde ve inmekdedir. İlerlemekden ve yükselmekden kalmışdır.  Onu,  kalbden kalbin sâhibine  götürmüşlerdi. Şimdi kalbin sâhibinden kalb makâmına indirdiler. Rûh, nefsden kurtulmuşdu. Nefs de itmînâna kavuşdukdan sonra rûhun  nûrlarının çokluğundan çıkmışdı. Şimdi rûh ile nefsi onda topladılar. Onu her ikisi arasında geçit yapdılar. Bu aracılıkla,  yukarıdan almak, aşağıya vermek ni’metini ihsân etdiler. Fâideli şeyleri alır, aldıklarını başkalarına verir. Hem alıcı ve hem vericidir. Fârisî mısra’ tercemesi: 

Dahâ  söylersem,  sonu gelmez.

Yüksek  makâmınıza sunulur  ki, sol el, kalb makâmına işâretdir. Kalbin sâhibine  yükselmeden öncedir.  Yukarıdan indikden sonra kalb makâmına getirirler. Bu makâm  başkadır. Sağ ile sol arasında geçitdir. Kavuşanlar, bunu iyi bilir. Sülûk yapmamış  olan meczûblar, kalb makâmına varırlar. Bunlara (Erbâb-i kulûb) denir.  Kalbin sâhibine  kavuşmak için sülûk yapmak  lâzımdır. Bir makâmın bir kimseye verilmesi demek,  ona bu makâmda  husûsî bir şân hâsıl olması demekdir. Bu şân ile, o makâmın erbâbından  ayrılır. Ayrılıklarından biri, cezbenin,  önce olması demekdir ve o makâmda husûsî bekâsı hâsıl olarak  o makâmın bilgilerine  ve ma’rifetlerine kavuşur.  Kalb makâmının bilgileri ve cezbenin,  sülûkün,  fenâ ve bekânın ne oldukları ve bunlara benzer  bilgiler, bundan evvelki mektûblarda, yazılarak  sunulacağı  bildirilen  kitâbda açıklanmışdır. Mîr Seyyid Şâh Hüseyn, acele ile yola çıkdı, temize çekmek  nasîb olmadı. Bu kitâb üzerindeki kıymetli düşüncelerinizi ve emrlerinizi okumakla şerefleniriz inşâal lahü teâlâ. Azîz Mütevakkıf cezbe makâmında yukarıdan inmişdir. Fekat yüzü bu âleme değildir. Hep yukarıya  bakmakdadır. Yükselmesi başkasının çekmesiyle  olduğu için cezbeye uygundur. İnerken, birlikde  az birşey getirdi. Nisbetinin aslı, başkasına bağlı olan teveccüh  idi. Kendisini  bu teveccüh yükseltiyordu. Bu nisbeti şimdi de vardır. Cezbe nisbetinde, ceseddeki rûh gibidir ve karanlıkda bulunan ışık kaynağı gibidir. Fekat  bu cezbe, büyüklerimizin bildirdiği  cezbe  değildir  “kaddesallahü teâlâ  esrârehüm”. O cezbe, Hâce-i Ahrâr “kuddise sirruh”  hazretlerine yüksek dedelerinden gelmişdir. [Ya’nî annesinin dedelerinden gelmişdir. (Reşehât)  kitâbı.] O büyüklerin, bu makâmda husûsî şânları vardır. Birkaç talebe rü’yâda gördüler ki, yukarıda adı geçen Azîz Mütevakkıf, Hâceyi yimişdir. Bu rü’yâ, bu makâmın görüneceğini göstermekdedir. Bu cezbenin  fâide vermek makâmı  ile ilişiği yokdur.  Bu makâmda, yüz, hep yukarı doğrudur ve hep şü’ûrsuzluk  lâzımdır. Cezbe makâmlarından çoğuna kavuşdukdan sonra  bunlar  sülûke  uygun  olmaz.  Bunları  yazarken o makâma doğru idim. Ba’zı incelikleri  göründü. Sebebsiz teveccüh  olunamıyor. Herşeyin doğrusunu Allahü  teâlâ  bilir.  O azîz, birkaç  aydan  beri  aşağı inmişdir. Fekat  bu cezbe makâmına tam girmiyor. Bu makâmın şânını bilmediği için giremiyor.  Dağınık  düşünceleri buna sebeb oluyor. Bu saçma yazılar yüksek kapınıza  kavuşduğu zemânda, bu makâma tam gireceğini ümmîd ederim. Hâce hazretlerini bundan sonra tam indirirler.